Sevgili Silivrililer, Bazı öğretmen sendikaları bugünlerde beni protesto eden basın açıklamaları yapmaya başladı. O kadar kızmışlar ki, Hasan Özvarnalı İlkokulu'nun bahçesinde toplanıp; ellerindeki kocaman megafonu ağızlarına götürüp protesto açıklamas
Sevgili Silivrililer,
Bazı öğretmen sendikaları bugünlerde beni protesto eden basın açıklamaları yapmaya başladı.
O kadar kızmışlar ki, Hasan Özvarnalı İlkokulu'nun bahçesinde toplanıp; ellerindeki kocaman megafonu ağızlarına götürüp protesto açıklaması yapıyorlar.
Geçtiğimiz yıllarda Fatih Altaylı da feminist kadınları kızdırmıştı.
Altaylı, "nerede çarpık çurpuk ve yamuk kadın varsa feminist oluyor" anlamına gelen bir yazı yazmıştı da feministler ellerinde pankartlar ve dövizlerle yürüyüşe geçmişti.
Sendika temsilcisi hocalar da sağ olsunlar Hasan Özvarnalı İlkokulu'nun bahçesinde toplanıp, ortalarına öğrenci dövmekle suçlanan öğretmen Cem Özgen Kolay'ı da alarak, ellerindeki kocaman megafonu ağızlarına götürüp protesto açıklaması yaptı.
Olayı biliyorsunuz...
Hasan Özvarnalı İlkokulu 3-C sınıfı öğrencisi 9 yaşındaki E.M.'nin annesi Türkan Metin, Silivri İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne başvurarak, sınıf öğretmeni Cem Özgen Kolay'ın, velisi bulunduğu öğrenciyi dövdüğü gerekçesiyle şikayetçi oldu.
Ben de bu durumu yazı konusu yaparak olayın üzerine gittim.
Sevgili Sendikacı Öğretmenler,
Şimdi size soruyorum...
Bugün babası hatırı sayılır büyüklükte bir esnaf olan 9 yaşındaki öğrenci, öğretmeni tarafından dövülseydi; aynı şekilde okulun bahçesinde toplanarak elinizdeki kocaman megafonu ağzınıza götürüp öğretmeni destekleyen açıklama yapabilecek miydiniz?
Yoksa üç maymunu mu oynayacaktınız?
Yine iktidar partisi ilçe başkanının 9 yaşındaki çocuğu, öğretmeni tarafından dövülseydi; aynı şekilde okulun bahçesinde toplanarak elinizdeki kocaman megafonu ağzınıza götürüp öğretmeni destekleyen açıklama yapabilecek miydiniz?
Yoksa yine üç maymunu mu oynayacaktınız?
Devam ediyorum...
Silivri'de oturan bir milletvekili hanımefendi var. O'nun 9 yaşındaki çocuğu, öğretmeni tarafından dövülseydi; aynı şekilde okulun bahçesinde toplanarak elinizdeki kocaman megafonu ağzınıza götürüp öğretmeni destekleyen açıklama yapabilecek miydiniz?
Evet cevap verin...
Nerede cevap?
Elinizdeki kocaman megafonu nereye sakladınız?
Nerede bu soruların cevabı?
Nerede o okulun bahçesindeki aslanlar gibi kükreyen haliniz?
Sevgili Silivrililer,
Kıymetli Okuyucularım,
Öğrenci velisi, karakola giderek öğretmeni şikayet ediyor ve 9 yaşındaki çocuğunu dövdüğünü iddia ediyor. Çocuğun kulağında morluk var ve darp izi doktor raporuyla da belgeleniyor.
Ben de bir gazeteci olarak, uluslararası gazetecilik standartları gereğince sadece görünen durumu yazı konusu yapıyorum.
Nedir görünen durum?
Öğrenci velisinin karakola giderek öğretmenin adını verdiği ve o öğretmenden şikayeti olduğu...
Ayrıca çocuğun kulağında hem doktor raporuyla belgelenen, hem de tarafımdan fotoğraf çekilerek okuyucularıma gösterilen, görünür düzeyde bir darp izi olduğu...
Bu durumda, haberde "öğretmen öğrenciyi dövdü" diye yazılmaz. Çünkü döverken ben yanlarında değildim ve gözlerimle görmedim.
Ancak fiilen oluşmuş bulunan darp izini gözlerimle görebiliyorum, fotoğrafını çekebiliyorum ve yine annesinin "öğretmenden şikayetçiyiz" şeklinde vermiş olduğu imzalı ifade beyanını da görebiliyorum.
Gazetecilik dilinde; işte bu fotoğrafa "görünen gerçek" deniyor.
Bu durumda, uluslararası gazetecilik standartları gereğince yapılması gereken haber, aynen "Öğrenci Velisi, Öğretmenin çocuğunu dövdüğü iddiasıyla karakola giderek şikayetçi oldu" şeklindedir.
Ortada bir söylenti veya dedikodu yok...
Resmi kayıtlara yansımış bir iddia var...
Bu iddianın da dünyanın her yerinde haber değeri vardır.
Ve ben bu haberi aynen belirttiğim şekilde hazırlayarak yayımlıyorum.
Ancak, öğrenci velisinin şikayeti ve benim haberi yayımlamamla birlikte okulda başka olayların da yaşanmaya başladığını duyuyorum.
Gazetecilikte, adına "fikri takip" denilen bir olgu vardır. Yani bir konuyu haber yaptıktan sonra; o konuyla ilgili yaşanan yeni gelişmeler de haber değerine sahiptir.
Bu olayda da çok ilginç bazı gelişmeler yaşanmaya başladı.
Örneğin, öğretmeni şikayet eden öğrenci velisi Türkan Metin, Silivri İlçe Milli Eğitim Müdürü İkram Kayapınar'a ve Kaymakam Salih Keser'e giderek; şikayet ettiği öğretmenin, kendi çocuklarını sınıftan çıkartarak, dayak olayının tanığı olan sınıf arkadaşlarına hitaben bir konuşma yaptığını ve bu konuşmadan sonra sınıf arkadaşlarının hırslanarak kendi çocuğunun üzerine saldırdığını söyledi.
Yine aynı şekilde, bazı öğrenci velilerinin de okula çağırılarak kendi üzerine kışkırtıldıklarını belirtti.
Bu konuşma üzerine ben de gazeteci ağabeyimiz Cihangir Davutoğlu ile birlikte okula gittim. Gerçekten de Türkan Hanım'ın iddia ettiği olayların bir bölümünün yaşandığına tanık oldum. Örneğin öğrenci velilerinin tepkisini gözlerimle gördüm.
Yine okul Müdürü Nilüfer Demirkaya'nın, öğretmen Cem Özgen Kolay'ın, öğrencinin kulağını çektiğini kendisine itiraf ettiğini önce kabul ettiğini, ancak 5 dakika sonra ağız değiştirerek "hayır öyle demedi" dediğini kulaklarımla duydum.
Sevgili Silivrililer,
Şimdi size soruyorum...
Niçin öğretmenler, okula gelecek olan müfettişlerin yapacağı soruşturma öncesinde bu kadar telaş yaşıyor?
Niçin olayı kendi haline bırakmayarak, delillere müdahale etme ve tanık öğrencilerle önceden görüşme-konuşma ihtiyacı hissediliyor?
İşte bütün bu gelişmelerden sonra, Öğretmen Cem Özgen Kolay'ın, yapılacak olan idari soruşturmada suçlu bulunarak ceza almaması için elbirliği ile delillerin karartılmaya çalışıldığına kanaat getirdim.
Ve sorumlu bir gazetecinin yapması gerekeni yaparak haberimin devamında yaşanan ve benim de bir bölümüne tanık olduğum bu gelişmeleri (fikri takip ilkesi doğrultusunda) köşe yazıları şeklinde yazarak yayımlamaya başladım.
Kendim de öğrencilik dönemimde buna benzer olaylar yaşadığım için, okulda şikayet edilen öğretmeni korumak için neler yapıldığını tane tane ve teknik detaylarına kadar yazılarımda tarif etmeye başlayınca; bazı öğretmenler bundan rahatsız olmaya başladı.
Arkasından da eğitim sendikalarının hakarete varan tepkileri ve basın açıklamaları başladı.
Öğretmenler arasındaki dayanışmayı bir görseniz keşke...
Yok efendim çocuk çok yaramazmış, yok efendim aile sorunluymuş, şikayet edenler kötünün kötüsüymüş, olayda suçlanan öğretmen adeta melekmiş...
Benin de burada öğretmenlerin tarafında olmam gerekiyormuş...
Bu olayda, kendisinin neredeyse 5 katı boyunda ve yaşının üç katı yaşta bulunan öğrenmenin fiziksel şiddetine maruz kalan 9 yaşındaki öğrenci; imkanları çok geniş olmayan sıradan bir ailenin evladı.
Ben, burada, bir gazeteci olarak 9 yaşındaki bir çocuğun mağduriyetinin sesi oldum.
Yukarıda Allah var...
Değil basın açıklamaları, yürüyüş de yapsanız, ofisimin camlarını da taşlasanız sonuç değişmeyecek.
Ben burada, öğretmen tarafından dövülen ve daha sonra ezilerek mağdur edilen o 9 yaşındaki küçük çocuğun sesi olmaya devam edeceğim.
Apırsanız da, köpürseniz, de, tepinseniz de, debelenseniz de beni bu çirkin işbirliğinin içine çekemeyeceksiniz.
Ayrıca, 9 yaşındaki çocuğun karşısında örgütlenmeye kalkan koskoca insanlara buradan bir kere daha yazıklar olsun diyorum.
Tabi bir de işin başka boyutu var.
Öğretmen sendikalarının benimle ilgili hakaret unsurları içeren basın açıklamasını böyle oynayarak ve zıplayarak koca koca puntolarla yayımlayan iki tane yayın organı var.
Bunlarsan bir tanesi, bizimsilivri.com adlı internet sitesi.
Diğeri de artık iyice çaptan düşmeye başlayan Hürhaber gazetesi...
Bizim Silivri adlı internet sitesini, Hüseyin Turan döneminde çalışmadan ve işe gitmeden maaş alan, Silivri Belediyesi'nden emekli olup 50 yaşından sonra gazetecilik yapmaya çalışan Ersin Özalp yönetiyor.
Bu kişi ile ilgili olarak geçmişte yaşanan ve bir bebeğin süt parasını dolandırmasını konu alan bir haber yayımlamıştım.
Evet Sevgili Silivrililer yanlış okumadınız.
Ersin Özalp'le ilgili olarak geçmişte yaşanan ve bir bebeğin süt parasını dolandırmasını konu alan bir haber yayımlamıştım.
Söz konusu yayını yaparken de olaya tanık olan 7-8 kişinin isimlerini de vermiştim.
Ersin Özalp o zaman ağzını açıp tek bir kelime bile cevap verememişti.
Sessizliğe bürünüp olayın soğumasını ve unutulmasını beklemişti.
Şimdi ise benimle ilgili olarak yapılan bu basın açıklamasındaki hakaret içeren kelimeleri aklı sıra ön plana çıkartarak intikam alıyor.
Gelelim Hürhaber'e...
Bundan 5 yıl öncesine kadar Hürhaber gazetesi Silivri'de çok popülerdi.
Ancak, sadece Silivri'ye özgü olarak yayın yapan internet haber portallarının yaygınlaşmasıyla birlikte Hürhaber de çaptan düşmeye başladı.
Silivri'de ne yaşandıysa, internet haber portalları üzerinden anında takip edebiliyorsunuz. Olayın meydana gelmesinden 15 dakika sonra konu hakkında bilgi edinebiliyorsunuz. Bir saat içerisinde fotoğraflarını inceleyebiliyorsunuz. Hatta 2-3 saat içerisinde, sanki olayın içerisindeymiş gibi görüntülerini izleyebiliyorsunuz.
Şehir dışında ve hatta yurt dışında yaşayan Silivrililer de aynı şekilde ilçede neler olduğunu anlık olarak internet üzerinden bizim sitelerimizden takip ediyor.
İnternet haber portallarından bu bilgileri alıp da adeta oturduğunuz yerden olayın içerisine girdikten sonra da bazen ertesi günü, bazen de 3 gün geçtikten sonra Hürhaber Gazetesi'nde siyah beyaz fotoğraflarıyla birlikte aynı olayın özetini okuyabiliyorsunuz.
İşte bu gelişmeler, Hürhaber'in sahibi İlhan Uygun'un benden nefret etmesine yol açıyor.
Sadece bu kadar mı, değil tabi ki...
Geçtiğimiz günlerde elime bir belge geçti. İlhan Uygun'un sahibi olduğu Hürhaber Yayıncılık ve Matbaacılık Ltd. Şti'nin sahte fatura kullandığı Maliye tarafından tespit edildi. Ben de bunun belgesini ele geçirerek yayımladım.
İlhan Uygun iyice rahatsız oldu...
Yine geçtiğimiz günlerde, İlhan Uygun'un, eşi Sevginar Uygun'u dövdüğü iddiası doğrultusunda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından resmi işlem başlatıldığını haber aldım. Biraz araştırınca da, bakanlığın bu konu ile ilgili olarak birimler arasında iç yazışma yaptığını belirledim.
Ve bu durumu haber olarak okuyucularıma yansıttım.
İşte İlhan Uygun da bu ve buna benzer sebeplerden dolayı benden intikam alabilmek için söz konusu yayınları yapmaya başladı.
Sevgili Silivrililer,
Çoğunuz beni çocukluğumdan beri tanırsınız.
Hep doğruları yazdım.
Garibanların yanında olarak güçlülerle mücadele ettim.
İktidar sahiplerine kafa tuttum.
Başka gazetecilerin yazamadıklarının peşinde oldum.
Bu nedenle defalarca saldırılara uğradım.
İftira ve karalama kampanyalarına maruz kaldım.
Allah'a şükürler olsun ki bu iftiralardan hiçbirisi üzerime yapışmadı.
Zaman içerisinde kimin ne olduğu tek tek ortaya çıktı.
Halen çarşı meydanında ve Silivri sokaklarında sizlerle göz göze gelebiliyorsam, alnım açık ve başım dik bir şekilde yazılarımı yazabiliyorsam; yazdığım köşe yazıları tıklanma ve okunma rekorları kırabiliyorsa; demek ki doğru yoldayım.
Ayaklarına bastığım için avaz avaz bağıranlar ve tepinenler ise benim şeref sancağım olarak Silivri semalarında dalgalanmaya devam etsin...